İskender yaratılmış değil, doğmuş bir markadır.
İSKENDER, Bursalıların teveccühü ile doğmuş ve ünlenmiş bir markadır. Hikâyesi, 19. yüzyılın ortalarında Mehmet oğlu İskender Efendi’nin Bursa Kayhan Çarşısı’ndaki dükkânında başlar. O günlerde kuzu bir bütün olarak ve yere paralel biçimde pişirilmektedir. Ancak İskender Efendi, kuzu etinin farklı bölümlerinin kendine has lezzetlerinin müşterilerine eşit oranda dağılmasını sağlamak için çözüm aramaya başlar. Bu düşünceden yola çıkarak, bir ucu İstanbul’a dayanan et pişirme ustası kasap bir sülaleden gelen İskender Efendi, babası Mehmet Efendi’nin desteğiyle eti kemik ve sinirlerinden arındırır, bir şişe takar ve bunu odun kömürü ateşinin karşısında dikey döndürerek pişirdikten sonra ince ince keserek sunumunu yapar. Bu farklı sunum Bursa’da çok dikkat çeker ve İskender Efendi’nin “dönen kebabı” olarak anılmaya başlar. Bu yıllarda Bursa’nın nüfusu çok azdır ve şehir Kayhan–Tahtakale–Reyhan üçgeni ile Maksem ve Tophane gibi semtlerden ibarettir. İnsanlar birbirlerini tanımaktadır. Önceleri “dönen kebap” diye ünlenen bu yemek, gel zaman git zaman halk dilinde “döner kebap”, daha sonraları ise yalnızca “döner” şeklinde anılmaya başlanmış; “Mehmet oğlu İskender Efendi” ifadesi de önce tabelaya, ardından günümüz ticari ortamında bir ticari unvana dönüşmüştür. Böylelikle, 150 yıldır süregelen, Bursa ile özdeşleşmiş ve adeta şehrin simgesi hâline gelmiş bu marka doğmuştur.
1928 Harf İnkılâbı sonrası çekilmiş bir fotoğraf, yeni tabelasıyla birlikte dükkânı göstermektedir. Fotoğrafta önde peştemaliyle İskender oğlu Süleyman Usta, arkasında ocak başında ise onun babası, markanın kurucusu Mehmet oğlu İskender Efendi yer almaktadır.
Kebapçı Mehmet oğlu İskender Efendi, Bursa eşrafından ve Şelçukhatun Camii mütevellisi Kahyalardan Hacı Süleyman Efendi’nin kızı Fahriye Hanım ile evlenmiş; bu evlilikten Nurettin ve Süleyman adında iki erkek, Ruhiye adında bir kız evladı olmuştur. Nurettin Bey’in evliliğinde çocuğu olmamış, Süleyman Bey ise İskender, Fahri ve Yavuz adlarında üç oğul sahibi olmuştur.
İskender Efendi ilk dükkânını 1867 senesinde, tarihi Kayhan Çarşısı’ndaki Kayhan Camii’nin bitişiğinde açmış ve ömrünün sonuna dek oğullarıyla birlikte bu dükkânda çalışmıştır. Üç erkek evladından en büyüğü olan Nurettin Bey, 1930’lu yıllarda Bursa’nın en büyük caddesi olan Atatürk Caddesi’nde yeni bir dükkân açmış, küçük kardeşi Cevat Bey’i de yanına alarak burada çalışmaya başlamıştır. Hiç çocuğu olmayan Nurettin Bey, 1967’de Teyyare Sineması’nın yanındaki bu dükkânı en küçük kardeşi Cevat Bey’e bırakmış ve ahirete intikal etmiştir. Kayhan’daki baba ocağı olan ilk dükkânı ise ortanca oğul Süleyman Bey devralmıştır. Babası İskender Efendi gibi ömrünün sonuna kadar işinin başında duran Süleyman İskenderoğlu, 1965’teki zamansız vefatının ardından bayrağı oğulları İskender, Fahri ve Yavuz İskenderoğlu’na devretmiştir. Bu dükkân, 1867’den 1960’lı yıllara kadar 100 yılı aşkın bir süre eski yerinde faaliyet göstermiş, fakat dönemin kanunları –eski bir kâgir yapı oluşu ve ruhsat sınıflandırma problemleri– nedeniyle İskenderoğlu ailesi, günümüzde hâlâ faaliyetini sürdürdüğü, betonarme ve kurallara uygun olan yaklaşık yüz metre yukarıdaki, Ünlü Caddesi üzerindeki yeni dükkâna taşınmak durumunda kalmıştır.
Bu fotoğraf 1936 yılında ünlü Rus fotoğrafçı Nicholas V. Artamanoff tarafından çekilmiştir ve orijinali Smithsonian Enstitüsü bünyesindeki özel bir koleksiyonda tutulmaktadır. Fotoğrafta önde peştemalı ile duran Kebapçı İskender’in oğlu ve Yavuz İskenderoğlu’nun babası Süleyman İskenderoğlu’dur. Mekân ise, Kebapçı İskender’in Bursa Kayhan Camii bitişiğindeki ilk dükkanıdır.
İskender’in bir lokantadan ziyade tarihsel ve kültürel önemini idrak eden İskenderoğlu ailesi, klasikleşmiş tarifinin yanı sıra Kayhan Çarşısı’nın ara sokağındaki ilk dükkânı tüm yeni dükkânlarına örnek almış; ona ait 19. yüzyıl Osmanlı dönemi Bursa mimarisinin bir parçası olan kündekârî dış kabartma piramitleri, o dönemde popüler papatya motifleri, yaygın mermer masaları ve peçete yerine kullanılan pembe dudak kâğıtları gibi bütün nüansları günümüzde de marka konseptinin bir parçası olarak yaşatmaya devam etmiştir.
Bununla birlikte, kurucunun yaşamış olduğu Selçukhatun Mahallesi’nde, Irgandı Köprüsü civarındaki XVII. yüzyıl konağı da röleve çalışmalarına sadık kalınarak, dönemin Osmanlı mimarisine uygun şekilde, orijinal malzemeler ve eski yapım teknikleriyle gerçekleştirilen 11 yıllık bir rekonstrüksiyon projesiyle yeniden inşa edilmiştir. Bugün bu konak, restoran faaliyetinin yanı sıra aileye ait tarihî objelerin sergilendiği bir müze olarak da hizmet vermektedir. Bu meşakkatli proje, İskender’in yalnızca bir yemek değil; Bursa’nın, Türkiye’nin ve hatta geniş bir coğrafyanın ortak kültürel mirası olduğunu göstermeyi ve gelecek nesillere aktarmayı amaçlamaktadır.
Bu fotoğraf 1950’lerin sonunda çekilmiştir. Kebapçı İskender Efendi’nin oğlu Süleyman Bey’in evlatları — sağda İskender, ortada Fahri ve solda Yavuz İskenderoğlu — baba ocağında, dükkânda çalışırken görülüyor.
153 yıllık tarihi boyunca 2 devlet, 5 padişah ve 12 cumhurbaşkanı gören bu müessese, bugün üç kardeş, onların çocukları ve torunlarıyla beşinci kuşakta dede mesleğini; aynı lezzet, aynı kalite, aynı terbiye ve ilk günkü aşkla, ateşi aynı ocakta ayakta tutmaya devam etmektedir.
Bugün müesseselerimizde sunulan kebap, yalnızca bir tabakta buluşan et, pide, yoğurt ve tereyağdan ibaret değildir. Her lokma, nesiller boyunca süregelen emeğin, zanaatin ve adanmışlığın bir yansımasıdır. Onca zorluğa, değişen zamanlara rağmen ayakta kalmayı başarmış bir geleneğin izlerini hissettirebilmeyi umuyoruz. Çünkü biz, misafirlerimize sadece bir yemek değil; bu toprakların ruhunu, yüzyıllar içinde birikmiş ustalığı ve ahlâkı sunuyoruz. Her misafirimizle birlikte, bu mütevazı mirası yaşatmaya devam ediyoruz.
1995 tarihli bu fotoğrafta, Yavuz İskenderoğlu ile oğulları ve çırakları Oğuzhan (sağda) ve Kayhan İskender (solda), dükkânın önünde birlikte görülüyor.
En son olarak, 160 yıllık bu köklü yolculuk, bugün hâlâ yazılmaya devam ediyor. Nice nesiller boyu aktarılan bu mirasın, daha nice 160 yıllara, nesillerden nesillere, aynı sevgi ve özenle ulaşmasını temenni ediyoruz. Böylece İskender sadece bir tat değil, aynı zamanda bir kültürün, bir ailenin ve bir şehrin ruhunu gelecek zamanlara taşıyan, yaşamaya devam eden bir hikâye olarak varlığını sürdürecektir.